
Thomas More adlı bir İngiliz bundan 500 yıl önce "Ütopya" diye bir kitap yazdı. "Ütopya", Yunanca'da "Olmayan Yer" demekti.
More, bu kitapta "Ütopya" adındaki hayali bir adayı tarif etti. Ütopya'da acılar ye haksızlıklar ortadan kaldırılmıştı. İnsanlar eşit ve özgür yaşıyorlardı. Kralın baskıları da yoktu, soyluların lüks tutkusu da... Görevliler parayla satın alınmıyor, yöneticiler savaş naraları atmıyorlardı.
Kısacası Ütopya, bir düş ülkesi, bir mutluluk diyarıydı.
Sonraları 18. yüzyıldan itibaren bu tür yapıtlar çoğaldı. Yeni yeni ütopya yazarları, edebi bir üslup içinde hayalini kurdukları ülkeleri yazmaya başladılar. Bazen Harikalar Diyarı'nda Alice'in bazen de Devler Ülkesi'nde Culliver'in serüvenleriydi bunlar... Ama hemen hemen tüm ütopyaların adresi bir Ada'ydı. Ütopya yazarı, çağının akıl dışı uygulamalarını kıyasıya eleştirirken, "yeni bir toplum umudu"nu da adaya simgeleştiriyordu. Böylece ütopyalar, hem kurulu düzene başkaldırının, hem de adil bir dünya özleminin dillendirildiği yapıtlar oldular.
Giderek, hayali bir adada, çağımızın tüm pisliklerinden uzak, eşit ve özgür bir yaşam kurma özlemi duyanlara "ütopist" denir oldu. Zamanla bu adlandırma bir hakarete dönüştü ve "ütopistler" ortadan kayboldular.
Adalarımızı da ütopyalarımızla birlikte gömdük.
* * *
Oysa herkesin bir adası vardı.
Kimimiz Ergüder Yoldaş gibi, bir gün aniden her şeyden elimizi eteğimizi çekip, o adalara sığınmayı tercih etmiştik, kimimiz de ruhumuzun en gizli köşelerinde saklamıştık adalarımızı; günün birinde gerçeğe dönecek düş ülkeleri olarak...
O adanın peşinde bir ömür tüketenlerimiz oldu. Düşlerimizdeki ülkeye ulaşabilmek için çok yelkenler şişirip, çok kürekler salladık. Ama hayallerimizin adası bir türlü ufukta görünmedi. Saldığımız güvercinler karayı bulamadan döndüler. O hayali ülkeden umudu kestikçe gemide birbirimizi yemeye başladık. "Gemisini kurtaran kaptan”larla kapıştık... ve yenildik.
"Yenenler, yenilenlerin dikişsiz, ak gömleğinde sildiler kılıçlarının kanını..."
Boğulduk, adamızı göremeden... Bayraklarımızı ve sloganlarımızı aldılar elimizden, umutlarımız ve hayallerimizle birlikte... Alice'in harikalar diyarı, yerini Conan'ın şiddet ülkesine bıraktı. İstikbal telaşında kahramanlarımızı yitirdik ve gerçeğin soğuk duvarına çarptık.
Ütopyasız ve yenik kuşaklar yetiştirdik.
* * *
Şimdi bu "Devler Ülkesi'nin bir köşesindeki "Ada"ya yerleşirken "o eski ütopyanın peşine düşmenin zamanıdır" diye düşünüyorum. Her bir satırla, unuttuğumuz o düşler ülkesine doğru yelken şişiriyorum yeniden. Nefretin karasularından kaçarak, eşitliğin, mutluluğun, sevginin ülkesine doğru kürek çekiyorum.
Biliyorum ki, bize ait bir "Ada" var sığınabileceğimiz... Belki çok uzak bir diyarda, belki ruhumuzun taa derinliklerinde...
Biliyorum ki, ulaşmak için önce hayal etmemiz ve açılmamız lazım. Bin yıldır bir "yarım - ada"da yaşadığımızı unutmadan elbet... Yoldaki korsanlara, "gemisini kurtaran kaptan"larla sırtımızı dönmeden... Dümene yüreğimizi koyup, beynimizin pusulasında seyrederek...
Biliyorum ki zordur ütopyaya ulaşmak... Açık denizler tehlike kaynar. Tarih, açılıp dönemeyenlerin ibret öyküleriyle doludur.
Lakin ütopistler ölümlü de olsalar, "Ada"lar beyinlerde ve hayallerdedirler. Ölümsüzdürler.
Örnek mi?
İlk Ütopya'nın yazarı Thomas More kafası kesilerek idam edildi. Kralın sözüne karşı geldiğinden...
Ama kafasındaki ütopya 500 yıldır hayatta... Kitabındaki Ada'nın peşinde 500 yılda kimbilir kaç ömür, kaç kuşak, kaç kalem harcandı.
Arayış bitmedi.
Yeni bir gemi açılıyor şimdi, o eski ütopyanın peşinden...
Ada'dan hala umudunu kesmeyenlere... Merhaba...
CAN DÜNDAR
...ve ben merhaba dedim ADA ma hoşgeldi sefalar getirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder